27 Temmuz 2015 Pazartesi

Zamansız düşen bir cemreydin sen
Ya da ben buna inanmak istedim.
Sorgulamadım ıskaladığın mevsimleri
Düşmüşsen vardı elbet bir hikmeti
En kötü ben denk getirememişimdir dedim baharı
Zaten baharlada aram iyi değildir bilirsin
Şu Polenlerle de büsbütün başım dertte
Düşmek sadece sana mahsus değil ki , bende iyi düşerim
Senin kadar anlam yüklemezler ama bana
Hiç bahar getirmişliğim de yoktur üstelik
Ben daha çok gidene yoldaşım
Payıma düşmez gayrısı , ne kadar zorlasamda ah benim kaderim
İnsanın böyle dönemleri vardır bilirim
Denizin mavisine bile düşman kesilir
Ne kadar imkansızlık varsa yığar önüne ve sıvar kollarını
Dövüşmek er kişinin işi olsada
Düzen mert'i namerde kırdırma sevdalısı
Hayaller ise ilk kırılan kemiklerimiz


 



12 Temmuz 2015 Pazar

Bir fidan dikti bir kadın

Bir fidan dikti bir kadın
Küçücük kökleri ile narin bir dal parçası tutuşturdu toprağa
Ve bol bol umut ekti ,  dua serpti  varlığına
Cılız bedeni büyüsün istedi , büyüsün ki tüm boşluğunu doldursun  dünyanın
Bir anlamı olsun dedi  zamanın  ve  var etmenin payından bir nasibi olsun insanın

Ve bir  fidan dikti bir kadın
Toprak kabul buyurdu  çabasını  ve bir nebze olsun sarmak istedi yarasını
Kuru bir dalın yüreğine seslendi bir  kadın ve anlam veremedi  insan olup sesini duyuramadıklarına
Ne anlatıldıysa baş ucunda,en az dal kadar şahitdi toprak,duyduklarını unutmadan açacaktı dalında her  yaprak
Toprağın semirttiği dal ile , içindeki varlığını kıyasladı , zaman zaman da onun dalındaki bir kırığı dert edip , umarsızca ağladı

Ve bir  fidan dikti bir kadın
Ki Dünyanın fidanı olmak bahşedilmişti ona
Hem dilinde hem yüreğinde silinmez bir çok yara
Bazen  şaşırdı kendine bir kadın , var etme ihtiyacını hissederse eğer  , savururdu tüm var olma mücadelesini  bir yana  
Nasıl olurdu da masada kalır denilen hasta , tedavi eder olurdu bir başkasını , bugünün yarınında

Ve bir  fidan dikti bir kadın
Bir mucize atfetti  dünyaya ve yarım kalmadı hiçbir dalında meyva
Ki  dünyada perçinlemişti varlığını , her şeye inat nefes olmuştu nefesini daraltan dünya’ya
Erkek  ise  Ademden beri  ,  suçlar bakar dalında bile olsa elmaya
Var etmek Havvaların savaşı , bahane olur gerisi dünyaya


Ve bir  fidan dikti bir kadın
O fidan gürbüz bir ağaç oldu zamanla
Bir gün Tuttu minik elleri olan bir misafir getirdi dünyaya
Oradayken ne yalanı , ne dolanı ,ne de dünya kaygısını almadılar hiç yanlarına

Bir yerde var olacak bir gelecek  varsa , hep bir fidan diker bir kadın
Mutluluk dediğimiz kavramı var eden , ağır işçiler ,onlardır aslında.

5 Temmuz 2015 Pazar

Eğitim ve Tercih

Eğitim konusunda iki başat sözümüz var ,  bir taraf " İlim çin'de olsa alacaksın diyor " diğer taraf , hocam bunlar tamam ilimi almışta , bu ego'yu napıcaz ? Bizce duruma uygun olan , " Eğitim cehaleti alır, eşşeklik baki kalır " kısmıdır diyor . Bu yakıştırmayı  doğru yerinde kullanan vardır ama haksızlık edende çok . Zaten iyi eğitim almış bir insan , bir işi yaparken kendini üstün gösterme çabası içinde olmaz . Olaya farkındalığı , bilgisi , onu  otomatik olarak saygıdeğer  kılar. Şimdi egoları olduğumuz yere yavaşça bırakarak  ,  mevzuya bir giriş yapalım.

Eğitim son yıllarda yapboz tahtasından farksız . Mevzu ana okulundan başlıyor , kpss ye kadar dayanıyor. Tabi bu arada teog , ygs , lys , doktorsa tus , ( eee yeter artık sus)  görmüş oluyor gençler.  ( bunlar hep deneyim yavrucum , aferin , çalış , çalış )  , bundan daha az sınavla hayatını kurtaran varsa , işin içinde torpil ve aile serveti mahareti yoksa , saygı duyulması gerekir. " Eskiden lise' yi bitirenler öğretmen oluyordu " cümlesinin kullanıldığına  şahit olan nesiller için  , " zaten şansım olsaydı " şeklinde  boşluk doldurmalı alanlar kazandırmıştır.

Bizim toplumuzda okuyan erkekse , toplumsal kodlar gereği ya doktor olur ya mühendis . Okuyan kızsa öğretmenlik , çocuk gelişimi  veya hemşirelik münasiptir.
Diğer bölümlerin toplum nezdinde karşılanması , onu mu okuyucan ne iş yapar ki o ? , he şu olucan yani ? Ya bu tamam güzel bir hobide , birde diyorum bir mesleğin olsun ,  şeklindedir durumun  karşılığı.Birde son zamanlarda kapitalizmin başımızı döndürmesi ile bankacılık bölümünü pek tutar olduk toplumca . Ne güzel, masa başı işte evladım .  Senin dediklerin sigortalı işler mi bakıyım , sigorta şart !

Memlekette çoğumuz ömür boyu asgari ücretten yakınıp , onun kadar bir emekli maaşı alabilmek için , bir ömür mücadelesi içine giriyoruz.

Sabır diye bir cümle var dilimizde , doğru yerde mi kullanıyoruz pek bir fikrimiz yok .

Son yıllarda üniversite sayısı çok arttı ve artık belli bölümler haricinde , ben üniversiteyi kazanamadım demek, neredeyse imkansız. İlla misaki millide bir yer tutar hocam , net . Toplum kodlarına karşı , benim favorim at antrenörlüğü :). ( bu bölümü okuyanların iştahla ne okuyorsun sen  ?  cümlesini duymayı beklediklerini , ve  soru geldiğinde iştahla , " AT ANTRENÖRLÜĞÜ " dediklerini , duyanında, vay maşşallah sana , şeklinde tepki verdiğini umduğum bir diyalog var zihnimde )

Şimdi asıl dikkatinizi çekmesini istediğim şey bu tabela üniversite mevzu , sırf il , ilçe kalkınsın diye umut tacirliği yapan okullara gidip ömrü figan etmenin alemi yok.Eğer oradan mezun olunca bir imza yetkiniz oluyorsa veya direk diploma ile  bir iş kurabiliyorsanız , düşünebilirsiniz hatta ortalamanız gereksiz yüksek olabilir bu sayede ,  ama ben gidip orada en iyi eğitimi alırım diyorsan , alacağın anca şehir havası olur . Aşağı yukarı hangi üniversitelerin kaliteli eğitim verdiği bellidir , sıralamalarına bakarsın.

Ekonomik olarak bir derdi olmayan kimsede ya özel üniversite'ye yada yurt dışı Eğitim'e gidiyor doğal olarak.Teçhizat sıkıntısı yok , yabancı dil eğitimleri kaliteli , hocaları seçmece.( seçmece karpuz misali gel vatandaş gel diyorlar , her mecrada )

Ülkemizdeki güzide 15-20 üniversite dışındaki üniversitelere,  sonu meçhul bölümlere gitmektense , dil öğrenmek  ( mümkünse bir kaç dil ) gelecek için çok daha faydalı olur bence .

Benim hayallerim var diyorsan , her türlü olumsuzluğun çeteresinin sana çıkartılacağını bilmende fayda var . Yürü arkandayız diyen varsa , ( bulunmaz nimet )  ne ala , yoksa  ve başaramazsan da ,  en azından  kendi hataların.

Ben senden yanayım düzen dahilinde hayalperest algılanan insan.Tabiki tutkunu kaybetmediğin müddetçe.

Velhasıl su akar yolunu bulur da ,  dikkat sele kapılma cancağızım.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Manzara'nın gölgesinde

       Küçük bir köy kasabasında açmıştım hayata gözlerimi . Doğa'nın en cömert olduğu yerlerin başında gelirdi bence benim kasabam. Az yuvarlanmamıştım çimlerinde etrafa gülücükler saçarak . O ağaçlar sayesinde yaşadığı mı , nefes aldığımı hiç unutmuyordum . Onun için , oldum olası hep saygı duyarım ağaçlara.Bir de sevimli bir gölümüz vardı . Oranın farklı bir dünya olduğuna inandırırdı bizi  , çok şey bekledik masmavi suyundan , nice hayallerimizi paylaştık . İyi de sırdaştır hani , hiç ele vermedi bizi sağ olsun . 

        Şimdi aklına durup dururken nerden geldi bunlar derseniz , Açmayacaktım o albümün kapağını diye bilirim sadece . Albümlerin kapağını açtıktan sonra , hiç bir zaman tastamam kapatamazsınız onları , Anılar bir boşluk bulur ve sızar her yere  . İlk okul fotoğraflarımı görüyordum önce , evet diyorum eskiden daha şirinmişim galiba , daha sonra bir orta okul fotoğrafı çıkıyor ki karşıma , fotoğrafı gördüğüm an sanki vücut kimyam altüst oluyor.İçimi tarifsiz bir Hüzün kaplıyor.Değiştirmek istiyorum sayfayı ama o kadar güçlü olmadığımı farkediyorum ve yüzleşmen lazım diyorum kendinle , hatırla ne olmuştu o zamanlar ?
   
   Aslında ben fotoğraf da belli belirsiz varım , yani bu fotoğrafı değerli yapanda , beni bu hüzne boğanda , fotoğrafın çekildiği gün , hiç de istemeyeceğim bir şekilde tanışmış olduğum o gizemli insandı.Okulda daha önce hiç görmemiştim onu . Arkadaşlarımla beraber her zamanki haylaz halimizle top oynuyorduk ,  beni de hep kaleci yaparlardı.Top sahamızın etrafı  yaklaşık bir metre uzunluğunda avlularla çevrilmişti , ama takımda bir arkadaşımız vardı ki, topa bir türlü istediği gibi vuramaz , okuldaki herkesi kendine açık hedef haline getirirdi. Ama kimse ona çok kızmazdı, özünde  kötülük olmadığını bilirdik , ama hayatımda hiç kimseye ona kızdığım kadar kızmamıştım o gün . Sahanın yanındaki avlulardan sonra , öğrencilerin tenefüslerde istifade edebilmesi için banklar yapmışlardı. Zil sesini duyar duymaz erkekler maçın oynanacağı saha'ya yönelir , kızlar ise bu bankların bulunduğu alanda oyunlar oynar , muhabbet eder zaman geçirirlerdi.Yine o sıradan günlerden biriydi. Zil çaldı ve kendimizi sahaya attık , bizim takım iyide oynuyordu , skor olarak da öndeydik  ama karşı takımdaki  o topa bir türlü istediği gibi vuramayan , arif faktörü en çok beni düşündürüyordu.Öncelikle kendimi korumaya çaba sarfediyordum , sakatlanmam içten bile değildi . Ben bu kaygıları paylaşırken , topu sahanın etrafındaki avlu’yu aşacak şekilde dışarıya vurduğunu farkettim.Bende topu almak üzere diğer tarafa geçtim , Gördüğüm manzara tastamam şuydu: Bir tarafta yere düşmüş ve biraz dizi yaralanmış bir kız , bir tarafta elinde okuduğu kitabı ve bir tarafta suç aleti , futbol topu. Elimdeki eldivenleri gören bu gizemli kızın sinirle , ateş gibi üzerime püskürdüğünü görüyordum . Ne yaptığınızı zannediyorsunuz siz !! , bir oyun oynamayı bile beceremeyecekmisiniz !! diyerek ve ağlayarak uzaklaştığını farkettim . Üstelik onu ilk defa görüyordum , ama karşısında tek kelime edememiştim. Neydi beni bu durumdan alıkoyan bilmiyordum, bir özür bile dileyememiştim. Giderken bana ne kadar sinirli bakıyordu , hiç unutamam . Benim suçum yok demenin ne anlamı vardı bu saatden sonra.Bir eldiven bir insanı , idama bile götürebilirmiş  o gün anladım. Onu gözyaşları içinde görmek , beni tarifsiz bir hüzne mahkum etmişti , ve o talihsiz topu vuran , arif'e karşı içimde kontrol edemediğim kadar şiddetli bir öfke oluştu . Bir ayağı yaralı olduğu için hafif topallayarak giden ve gözleri ağlamaktan kızarmış olan bu gizemli kızın , okul'un kapısından içeri girdiği  o ana kadar,  terkedemedim orayı . Artık gözden kaybolmuştu ve ben tüm yaşadıklarımın üzerimde yarattığı sinirle arif'in üzerine koşmaya başladım.Kimse ne olduğunu anlayamamıştı , elimdeki topla yanına kadar yaklaştım aramızda çok yakın bir mesafe kala , kaleciliğin şanından olan degaj atışını üzerine doğru kullandım. Top bir tarafa , arif bir tarafa düşmüştü . Bundan sonra ben bu takımda yokum diyerek bağırarak oradan uzaklaştım.Derin Bir sessizlik oldu önce,sonra arif'e yardım etmek isteyenler ve benim peşimden gelmek isteyenler oldu.Beni kararımdan döndürmeye çabaladılar ama o kıza karşı yaşadığım mahcubiyet zerre kadar geri adım atmamı sağlıyordu.
             Yaralı dizleri ile okula girdikten sonra bir öğretmenin onu gördüğü ve ona pansuman yaptıktan sonra "bunu kim yaptı sana" diye sorduğunu , ama onun bir cevap vermediğini öğrendim.Bunu duymak beni daha çok üzüyordu.Yanlış bile olsa , beni ele vermesi ,hocamın bana biraz bağırıp çağırması , beni bu durumdan çok daha mutlu ederdi oysa. Onun bu hareketinden sonra bende, " topu atan ben değildim" diyemedim.Karşılıklı bir suskunluk hali hasıl oldu ikimize de . O günün diğerlerinden bir farkı daha  vardı , baharın bitimine yakın toplu fotoğraflar çektirirdik okulda , hatıra olarak , bu bir nevi gelenek haline gelmişti.Farklı sınıflarda da olsak bir fotoğrafta hiç istemediğimiz halde üçümüzde bulunmuştuk.Fotoğrafta on küsür kişi kadar varız , Arif sol arka kısımda , Canı yandığı halde , can yakmamak üzere susan ve beni bedbaht eden o kız ortadan ikinci sırada ben ise sağ üst köşedeyim. Hepimiz birbirine bakıyormuş gibi algılanmamak adına başımızı hafif diğer taraflara çevirmişiz ama ben bu işi biraz abartmışım.O fotoğraf çekilirken orada bulunmayan hiç kimse , benim o kişi olduğumu çıkaramaz herhalde.Hatırlıyorum onunla göz göze gelmek ne kadar korkutmuştu beni.Okul'un çıkış zili çaldığında dışarıya doğru hareket ettiğimde , o kızın bir arabanın yanına doğru gittiğini ve bir adama sarıldığını gördüm , kimdi acaba o babası mıydı ?, amcası mıydı ?, hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Adını bile bilmiyordum. Okuldan çıkıp eve  doğru yola koyuldum , üstümü değiştirdikten sonra bisikletimi aldım ve beni anlayacak ve en sadık sırdaşıma , o sevimli şirin göle doğru pedal çevirmeye başladım.Orada ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum ama hava kararmaya başlamıştı.Ertesi gün okula gittiğimde ismini öğrenmek adına çok çaba sarfettim.Onun sınıf arkadaşlarına ulaşmak , onun hakkında bir şeyler öğrenmek benim için çok önemliydi.Aslında onlarda hakkında çok fazla bir şey bilmediklerini , okula yeni kayıt olduğunu söylüyorlardı tek bildikleri ismiydi , Rüya dediler ismi Rüya . Bir kaç bin kez tekrarlamışımdır herhalde  rüya rüya rüya... Sanki yeterince büyülü değil miydin , daha fazlasına ihtiyacın mı vardı , demek geçti içimden . Ama adını daha yeni öğrenebilmiştim hala aramızda bir uçurum vardı.Yanına gitmem pek mümkün değildi beni affetmediğini her hareketiyle belirtiyordu.Bende geçen zamanda  kantinde ne sevdiğinden babasının araba plakasına kadar bilir hale gelmiştim.Okul çıkışlarında büyülü olduğuna inandığım o göle gitmeyi de ihmal etmiyordum . Yemyeşil bir alan, yaşlı bir çınar ve masmavi su , huzur ne deseler orası derdim herhalde o zamanlar.Beni niye ele vermemişti o gün bu soru yiyip bitiriyordu beni , bir süre sonra sabahları babasının arabasıyla bizim evin üzerindeki yoldan  geçtiğini farkettim , benim odam o yolu görmüyordu , aslında evde o yolu gören bir pencerede yoktu bir çizgiydi , bir gölgeydi en fazla görülebilen.Ama aracın motor'unun sesine kadar hafızamdaydı hepsi.

              O gün okula gittiğimde gölgesinde huzur bulduğum o ulu çınar'ın ve o sırdaş gölün orada piknik yapıcağımızı öğrendim.Bu beni sevindirmişti çünkü oradaki her canlı benim ailem gibiydi.Gerekli hazırlıklar yapıldı ve ertesi gün göl'ün oradaydık hepimiz .Futbol topunu gördüğüm yerden kaçıyordum ısrarla , işin yemek faslı tamamlandığında herkes bir tarafa çekilip oturuyor muhabbet ediyordu bense avucumun içi gibi bildiğim o yollarda biraz yürümeyi tercih ettim.Rüya ise karşıma çıkmamak için yoğun çaba sarfediyordu .Yaklaşık yarım saatdir görememiştim onu.Göl boyu yürümeye devam ettim, nerdeyse sadece çınar görünebiliyordu artık.İlerde bir kişinin oturduğunu belli belirsiz görüyordum , yanına gidip gitmemek konusunda tereddüte düştüm.Hocamın sesi geliyordu kulağıma "Fazla uzaklaşayın çocuklar" !! , hayır gitmeliyim dedim. Karartıya yaklaştıkça orada oturan kişinin rüya olduğunu farkettim .Çok şaşırmıştım ! tek başına gölün diğer tarafında ne arıyordu ? Beni görünce biraz kızgın biraz ürkek bir sesle , ben geri dönüyorum dedi ama izin vermedim, veremezdim.Çok geç kalınmış bir özrü kabul eder misin ? dedim.
O topu senin atmadığını biliyorum zaten dedi . ama nasıl olur dedim , yüzüme bile bakmıyorsun günlerdir . Benim sana kızgınlığım, benim yere düştüğüm zaman , doğrulmama yardım etmemenden ibaret . Sen hep böyle mi yaparsın  dedi ? , Biri zor durumdayken tepkisiz mi kalırsın ? , Ama ben , diyebildim anca , işte bende bu halinden bahsediyorum dedi . Burası senin gölünmüş öyle söyledi arkadaşlar doğrumu, dedi . Evet dedim o çınar , bu göl , benim hayatımın en büyük tanıklarıdır.Peki dedi ,ben hiç bilmediğim bir yerde bu kadar uzakta rahatlıkla oturabilir miyim dedi , bende onu anlamaya çalışıyorum dedim.Bu göl var ya dedi , sadece senin hayatına mı tanık zannediyorsun ? ben bu gölün karşı tarafında yaşıyorum , çok olmadı aslında taşınalı  babamın işi gereği , yarım dönem bir yerde , yarım dönem bir  yerde okuyorum.Ve geldiğim günden beri , fırsat buldukça buraya kaçarım , atılarak bende dedim. Ama anlamıyorsun dedi .Senin karşı kıyıda olman ve aynı maviye saygı duymamız hiç birşeyi değiştirmez.Burada özel olan şey sadece doğanın kendisi . Eğer sen doğayı arkanda bırakacak kadar özel olabileceğini düşünüyorsan , bu bir anlam ifade eder , ama diğer türlü aynı denizin mahsülüyle hayatını idame ettiren, ama hayatları boyunca birbirlerinden haberi olmayan iki insan gibi oluruz dedi.Az önce o beni bırak , geri dönmem lazım diyen rüya'ya karşı , dik durabilen benden eser yoktu , çünkü bir cevabım yoktu.

Karar senin dedi , bu senin gölün onu ne zaman , yeneceğini  düşünürsen , baktığın kıyının karşısında bulacaksın beni ....